2 Kasım 2012 Cuma

Tepede bir ev

           Her gün bir yerlere gitmeyi düşünüyor ve her gün kalakalmışlığa biraz daha daldığından, mutluluk isteği onu daha az yönetir duruma geliyordu. Kalacağı yere geleli bir hafta olmuştu ve yokluğunu hissettiği huzuru burada da bulamamıştı. Yine de içinde belirsiz bir eksiklik duygusu vardı ve belli belirsiz beklediği şey buydu. Bir akşam, onu ilk gelişinde ağırladıkları bahçedeki tahta taburelerden birine oturuverdi. Hava kararmaya yakındı.  Evin sahibi olan yaşlı kadın sobaya birkaç odun verip tekrar içeriye geçti. Yüzünde her zaman telaşlı bir ifade vardı ama pek anlatmazdı. Kimsenin bundan şikayetçi olduğu da söylenemezdi. İçeri gittiğini gördüğünde kendini daha rahat hissetmişti, ceplerini yoklayıp bir kibrit çıkardı. Uzun uğraşlarla yaktığı sigarasını ağzına götürdü. Temmuz ayı olmasına karşın yaz ayı oldukça rüzgarlı geçiyordu. Kestirememişti bu kadar soğuk olabileceğini, şehirden epey uzak, dağlık bir yerdi burası. Yaşlı kadının verdiği eski bir hırka olmasa dışarı da çıkılmazdı akşamları. Üzerine pek yakışmayan, kahverengi, biraz da küçük gelmişti ama aldırmadı. Az önce yaktığı sigarasından bir nefes daha aldı. Ortalıkta kimseler gözükmüyordu, zaten geldiğinden beri pek birine rastladığı da söylenemezdi. Evinde kaldığı yaşlı çiftten başka bir kaç insan belki görmüştü. Terkedilmiş evlerin dışında sayısı onu geçmeyecek kadar hane vardı burada, ortada bir meydan, az ötede de mezarlık bulunmaktaydı. Küçük insanların inşaa ettikleri minimal bir yaşam görüntüsündeydi. Şehirde olsa, insanların kovalamacayla dolu kaçınılmaz döngünün onları yok ettiğini, buradaki insanların ise içinde bulundukları bu küçük yapının yaşamak adına kaçılabilecek son yer olduğunu düşünürdü. Aslına bakılırsa durumun o kadar da kolay anlaşılır bir yanı olmadığını anlayabiliyordu. Sabah yakılan ilk ateşle bacalardan çıkan dumanın zamanı diğer sabahlarınkinden ne biraz geç, ne de biraz erkendi. Gün içerisinde gerçekleşen tüm eylemlerle birlikte varolmuş bu düzen, bozulmayacak bir biçimde kendini tekrarlayacak olan yarınlara aktarılıyordu.  Kaçınılmaz son ise, insan tanımının geçeceği her koşulda -farklı yer ve zamanda- varolmanin dayanilmaz 'agirligi' ,etkisini  tüm çıplaklığıyla hissettirecekti. 
              Rüzgar geldiğinden beri etkisini hiç kaybetmedi. Şu anda o kadar etkiliydi ki ağaçlar ayaklanacak gibiydi. Çıkardıkları hışırtının her zaman huzur verdiği söylenirdi. Fakat burada sert rüzgar, evin etrafında amansızca kükrüyordu. Başını aşağıya doğru eğdi ve gözlerini kıstı, kendini yorgun hissediyordu. Ayaklarının dibinde bir solucan olduğunu farketti. Kımıldamadı.  Solucan o kadar ağır hareket ediyordu ki belki de sadece uzayıp kısalıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder