18 Kasım 2012 Pazar

Yorulmak

              Bundan tam dört sene önce evlendiğini söylediğinde kahveme bir şeker daha attım. Boş gözlerle etrafına bakkındıktan sonra bana döndü. Ne istiyorum biliyor musun diye sordu. Başımı salladım. Seninle sevişmek. Derken bakınmaya başladım boş gözlerle. Kafamı kaşıyordum ki ellimden tuttu. Biraz daha renkli giyenmem gerektiğini, böylesinin bana daha yakışacağını söyledi. Aldırmadım. Cebimden bir kibrit ve sigara çıkarttım, verdim ateşe. Ona doğru uzattım, kabul etmedi. Çocuk doğduğundan beri kullanmadığını söyledi. Bir gerçeği daha öğrendim. Kafamı yukarı doğru kaldırıp derin bir nefes aldım. Güldü. Bana senden bahset dedi. İmdadıma yan masadaki kızın telefonu yetişti. O kadar sesli konuşuyordu ki susup beklememiz gerekti. Terlemeye başladım. Cansıkıntısının beni ne işlere soktuğunu düşünüp kendime kızdım. Yapacak bir şey de yoktu.  Şimdi benden bir kaç cümle bekliyordu, kararsızlıkla lafa girmeyi denedim. Neyseki işlerin iyi gittiğini, kafamın rahat olduğunu söyleyebildim. Tatmin olmamış gibiydi, uzun bakışlarını devam ettirdi. Ellerimi yüzümde ovuşturdum. Düşünüyorum da sanki her zaman dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum. Donuk surat gelip beni her akşam üstü yine buluyor. Telaşa sadece iki gün katlanabiliyorum. Kendime geldiğim günler yorulduğumu anladığım anlar oluyor. Yorulmak. Bindiği oluyor sırtıma kendimi bilmediğim günlerin ağırlığı. Sadece geçirmem gereken zamana yeni anlar sığdırmaya çalışırken buluyorum kendimi. Düşünürken bunları toparlıyor sandalyeye asılı çantasını, bir yandan elbisesini düzeltiyor ve kalkmaya hazırlanıyor. Anlayamasam da yüzündeki ifadeyi  gitmek istediğini çıkartıyorum. Başımı yana çevirip kapıdan çıkışını izliyorum. Ardından parasını ödeyip kahvenin evin yolunu tutuyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder